Yüzyıllar boyunca dünyanın en güzel, en işlek ve en kalabalık şehri durumunda kalan İstanbul’un kuruluşu ilginç bir efsaneyle bağdaştırılır. Eski çağlarda Korint Körfezi kıyılarındaki Megara şehrinde yaşayan halk, kendilerine yeni bir yurt aramak zorunda kalır. Başvurdukları ünlü bir kâhin yeni şehirlerini körler ülkesinin karşısında kurmalarını söyler. Bunun üzerine Byzas’ın başkanlığında yola çıkan Megaralılar bugünkü İstanbul’un bulunduğu yere ulaşırlar. Sarayburnu’nda Anadolu kıyılarıyla Boğaziçi, Marmara Denizi ve Haliç’in bir bölümünden meydana gelen eşsiz manzarayı seyrederken, Byzas eliyle karşı kıyılardaki Kadıköy’ü göstererek “İşte körler ülkesi,” diye haykırır ve ayağını Sarayburnu tepelerine vurarak şöyle der: “Megaralılar’ın yeni yurdu burası olacak!” O çağlarda Kalkidonyaadıyla anılan şimdiki Kadıköy, Fenikelilerin bir kolonisi durumundaydı.
Böylece Megaralılar İstanbul’un temelini attılar (M.Ö. 658). İstanbul’un kuruluşuyla ilgili bu efsane günümüze kadar gelmişse de, bu topraklar üzerinde yaşayan en eski kavmin, Hint-Avrupa halklarından Traklar olduğu kesin bir gerçektir. Son yıllarda Kadıköy yakınlarındaki Fikirtepesi’nde yapılan kazılarda M.Ö. 3000 yıl ötesinden kaldığı sanılan iskelet ve çeşitli ilkel araçların meydana çıkarılması, İstanbul çevrelerinin çok eski çağlardan beri insanların yerleştiği bir bölge olduğunu ortaya koymuştur.
Yüzyıllar boyunca kral ve prenslerin yönetiminde bağımsız bir devlet durumunda kalan İstanbul (Bizans), İranlılar’la Yunanlılar arasında sürüp giden savaşlardan (M.Ö. 5. yüzyılın ilk yarısı) büyük zararlar gördü. Gemilerini yan yana getirerek kurduğu köprü ile Boğaz’ı aşan Darius, zorlu bir kuşatmadan sonra girdiği şehri yakıp yıktı (M.Ö. 479).
Daha sonraki çağlarda Atina ile İsparta arasındaki çekişmelerde birkaç kere el değiştiren (M.Ö. 340), Makedonya Kralı Büyük İskender’in ünlü kuşatmasından (M.Ö. 340) güçlükle kurtarılan İstanbul (Bizans), bir süre daha bağımsızlığını koruyabildiyse de imparator Vespasien zamanında Roma’ya bağlı eyaletler arasına katıldı (İ.S. 2. yüzyıl). Bu dönemde Septimius Severus ile Psehyüs adlarındaki iki Romalı general arasındaki çatışmalara sahne olan İstanbul’un korkunç yıkıntılara uğraması, bu yüzden baş gösteren kıtlıkta halkın açlıktan uzun süre fare ve ölü eti yemek zorunda kalması pek ünlüdür.
İstanbul’un saraylar, kiliseler, hamamlar, su kemerleri, çeşmeler ve meydanlarla donatılarak yeniden kurulurcasına onarımı, İmparator Konstantin’in eseridir. Bu büyük başarıyı kutlamak için düzenlenen törenin yapıldığı gün, Bizans tarihinin sayılı yortuları arasında yer alır (11 Mayıs 330). O gün şehre Nove Roma (Yeni Roma) adı verildiği gibi içindeki çeşitli uyruklardan meydana gelen halk da Romalı diye anıldı. Bugün kullanılan “Rum” deyimi, bu kelimenin Türk diliyle değişik bir biçimde söylenişidir. Konstantin çağında büyük Roma İmparatorluğu’na ikinci başkent yapılan İstanbul’un nüfusu daha o çağlarda bile aşıyordu.
İstanbul, İ.S. 395’te ikiye ayrılan Roma İmparatorluğu’nun doğu bölümünün (Doğu Roma’nın) başkenti oldu. Bu yeni durumda daha hızlı bir gelişme dönemine giren şehir, Justinianus’un imparatorluğu yıllarında nüfusuyla dünyanın en büyük merkezlerinden biri oldu.
Bizans doğudan gelen birçok saldırılara uğradı, fakat ele geçirilemedi. Batı Hun imparatoru Attilâ sık sık yaptığı akınlarla Büyükçekmece’ye kadar sokuldu (447). Avar Türkleri’nin batıdan yaptıkları şiddetli kuşatma sırasında İranlılar’ın (Sâsâniler) da Kadıköy ve Üsküdar yönünden yaptıkları saldırı (626) Bizans tarihinin en tehlikeli olaylarıdır.
Müslüman Araplar bütün Anadolu şehirlerine yaptıkları akınlarda birkaç kere İstanbul’a kadar uzandılar. Bunlardan ilki 668-669’da Emevi önderlerinden (sonradan halife olan) I. Yezit tarafından yapılan ve Peygamber Hz. Muhammed’in bayraktarı Halid bin Zeyd (Ebû Eyyub-i Ensari) ile peygamberin daha bazı yakınlarının katıldığı kuşatmadır. Bu kuşatmada şehit düşen Ebû Eyyub-i Ensari’nin türbesi bugün Eyüp semtindedir.
Bundan sonra 7 yıl süreyle Kapıdağ Yarımadası’nda üslenen Arap donanması her sefer mevsiminde İstanbul’u denizden baskı altına aldı. Halife Muaviye’nin denizden ve karadan yaptığı saldırılar da (673-674) Bizanslılar’ın Rum ateşi adıyla tanınan ünlü maddeyi kullanması yüzünden bir sonuç vermedi. Yine Emevi önderlerinden Mesleme’nin kuşatması da (713-714) İstanbul’a çok tehlikeli günler yaşattı. Abbasi halifelerinden Harunürreşit’in kuşatması da (781) sonuçsuz kaldı.
Edirne yakınlarındaki savaşta Bizanslıları yenilgiye uğratarak İstanbul surları önlerine kadar sokulan Bulgar Türkleri’nin saldırıları (813), Çekmece yörelerini ele geçiren Türk uyruklu Peçenekler’in akınları (1090), bu akıncılar için ağır vergiler elde etmekten öteye geçmedi.
Malazgirt Zaferi’nden (1071) sonra Anadolu içlerine hızla yayılan Selçuklu Türkleri, Hristiyanlığın önemli merkezleri arasında yer alan İznik şehrini ele geçirerek Bizans’ı amansız bir baskı altına aldılar. Bu sıralarda başlayan Haçlı seferleri, İstanbul’un Türkler tarafından alınmasını 3,5 yüzyıl geriye attı.
Türkler’e karşı düzenlenen dördüncü Haçlı seferinde (1204), yoksul Avrupalılar Bizans’ta gördükleri zenginlik karşısında yağmaya giriştiler. Bizanslılar’ı kılıçtan geçirdiler. Burada elli yıl süren Latin egemenliğini kurdular. Bu egemenlik Paleologlar adıyla anılan hükümdar soylarının karşı koymasıyla ortadan kaldırıldı (1261).
Bundan sonraki çağlarda Bizans sürekli olarak Osmanlı Türkleri’nin baskısı altında kaldı. Orhan Gazi bir donanmayla Üsküdar’a gelerek aynı zamanda eşi Theodora’nın babası olan Bizans imparatoru Kantakuzenos’la görüştü (1347). Osmanlı padişahlarından Yıldırım Bayezit İstanbul’u kuşattıysa da (1390) bu kuşatma başarılı olamadı. İkinci defa kuşatma hazırlıklarına girişen Yıldırım Bayezit, Boğaz’ı ve Marmara Denizi’ni kontrol altına almak amacıyla Anadoluhisarı’nı yaptırdı. Hazırlıklarını bitirip İstanbul’u ikinci defa kuşattığı sırada, Timur ordularının Anadolu üzerine başlayan saldırıları karşısında geri çekilmek zorunda kaldı.
Yıldırım’ın Ankara Meydan Savaşı’ndaki (1402) yenilgisi Bizans üzerindeki Türk baskısını bir süre kaldırdı. Osmanlı Devleti’nin geçirdiği iç bunalım (Fetret Devri) süresinde Yıldırım’ın oğullarından Musa Çelebi’nin İstanbul’a yaptığı akın (1411) sonuçsuz kaldı. II. Murat tarafından 1422 yılı 15 Haziran’ından, 1422 yılı Ağustos’una kadar kuşatılan şehir, Anadolu’da başlayan ayaklanmalar yüzünden yine kurtulmayı başardı.
İstanbul’un fethi, Fatih Sultan Mehmet tarafından gerçekleştirildi. Tarihî amacına varmak için daha önce Rumelihisarı’nı yaptıran, o çağa kadar aşılmaz olduğuna inanılan Bizans surlarını döktürdüğü dev büyüklükteki toplarla yıkmayı başaran büyük Türk hükümdarı, 53 günlük (16 Nisan 1453 – 29 Mayıs 1453) zorlu bir kuşatmadan sonra İstanbul’a girdi. Bu giriş, 977 yıl süren Orta Çağ’la birlikte Doğu Roma İmparatorluğu’nun da sonu ve tarihte Yeni Çağ’ın başlangıcı oldu.
Osmanlı İmparatorluğu yıkılıncaya kadar İstanbul başkent olmuştur. Birinci Dünya Savaşı’ndan yenik çıkan Osmanlı İmparatorluğu 30 Ekim 1918 tarihinde Mondros Ateşkes Antlaşması’nı kabul etmek zorunda kaldı. Bu antlaşmanın koşullarından yararlanan Fransız ve İngilizler 13 Kasım 1918’de İstanbul’u işgal ettiler. Bu güzel şehir kahramanca kazanılan Kurtuluş Savaşı sonunda Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerini atan Lozan Antlaşması’ndan sonra 6 Ekim 1923’te tamamen düşmandan temizlendi.
