ÇIRAĞAN YANGINI

Beşiktaş’la Ortaköy arasında, deniz kıyısında bir dantelâ inceliği ile işlenmiş, beyaz mermer duvarlarla çevrili yapı kalıntısını İstanbul’da oturanlar bilirler. Bu, 19’uncu yüzyıl Osmanlı – Türk mimarlığının göz kamaştırıcı bir yapısı olan «Çırağan Sarayı»nın 19 Ocak 1910’da geçirdiği bir yangından arta kalan iskeletidir.

Osmanlı tarihinde, zevk ve eğlence çağı olarak anılan «Lâle Devri»nden İkinci Meşrutiyet’in ilk yıllarına kadar geçen süre içinde Çırağan Sarayı çeşitli olaylara sahne olmuş, şiirimizden musikimize kadar giren adı, geniş yankılar bırakmıştır. Böylesine değerli tarihî bir yapının dikkatsizlik yüzünden çıkan yangınla yok olması, gerçekten bir kayıptır.

Kökü, Farsça’dan gelen «Çırağan» kelimesi ışık, mum ve kandil anlamları karşılığında kullanılmıştır. Gerçekten de sarayın bugün bulunduğu alanda, «Lâle Devri» (1718 – 1730)’nin ünlü gece eğlenceleri düzenlenir, lâlelerin arasında yakılan renk renk kandillerle Binbir Gece Masallarını andıran bir hayat yaşanırdı.

Çırağan Sarayı, o çağdan sonra gelen padişahlar tarafından da benimsenmiş, ek yapılarla genişletilmiş ve onarılmıştı.

🎉 «ÇIRAĞAN SAFALARI» VE «ÇIRAĞAN SOHBETLERİ»

Çırağan Sarayı’nın bugün bulunduğu alanda, «Lâle Devri»nin ünlü Sadrazamı Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın eşi Fatma Sultan’ın sanı dillerde dolaşan yalısı vardı. Yalının kıyı boyunca uzayan lâle bahçesinde düzenlenen eğlencelere, Padişah Ahmet III başta olmak üzere zamanın bütün ileri gelenleri toplanır, sabahlara kadar süren «Çırağan safası, Çırağan sohbetleri» yapılırdı.

Ünü Avrupa’ya kadar yayılan bu zevk ve eğlence çağı, Patrona Halil İsyanı ile tarihe karıştıktan sonra da Çırağan önemini kaybetmedi. Padişahlar, yalının bahçesini genişletip ek yapılarla büyülterek burasını yazlık bir köşk olarak kullanmaya devam ettiler.

👑 PADİŞAHLARIN KULLANIMI

Üç aylık bir saltanat süresinden sonra yakalandığı akıl hastalığı yüzünden tahttan indirilen Murat V, ömrünün 28 yılını Çırağan Sarayı’nda bütün ailesiyle birlikte bir tutuklu gibi geçirmişti.

Mahmut I’in padişahlığı yıllarında burada yabancı elçilere ziyafetler verilmesi bir gelenek olmuştu.

19’uncu yüzyılın sonlarında Padişah Selim III kızkardeşi Beyhan Sultan’ın elinde bulunan yalıyı, parasını ödeyerek satın aldı. Padişahın yalıyı yeniden yaptırmak kararında olduğunu anlayan Sadrazam Yusuf Paşa, büyük bir yapı plânı hazırlattı. Ama, o sıralarda devletin içinde bulunduğu malî sıkıntıyı gözönünde bulunduran Selim III kararını uygulamaktan vazgeçerek bazı onarımlarla yetindi.

Padişah Mahmut II de Çırağan’ı yazlık köşk olarak kullanıyordu. Saltanatının sonlarına doğru sarayın bulunduğu alanı yeni arsalar katarak genişletti, yalıyı da ek yapılarla büyülttü ise de oturmak fırsatını bulamadan öldü. Ondan sonra tahta geçen Padişah Abdülmecit de Çırağan’ı yazlık köşk olarak kullanıyordu. Ayrı ayrı 5 yapıdan meydana gelen yalıda harem ve veliaht daireleri ile valide sultan (Padişahın annesi) ve kadın efendiler (padişah eşleri) için bölümler vardı. Bu yıllarda Çırağan Bahçesi de cadde üzerinden Yıldız Bahçesi’ne bir köprü ile de bağlandı.

Abdülmecit, Dolmabahçe Sarayı yapıldıktan sonra Çırağan köşklerini de yıktırarak burada büyük bir saray yaptırmaya kalkıştı. Ama parasızlık ve çeşitli engeller yüzünden yapıya bir türlü başlanamadı.

🏗️ ÇIRAĞAN SARAYI’NIN YAPILIŞI

Bugün kalıntılarına rastlanan Çırağan Sarayı’nın yapımına, Abdülaziz’in ilk saltanat yıllarında başlandı. Sarayın projeleri saray mimarı Nikoğos Balyan tarafından hazırlanmış, yapı işlerini de oğulları Serkis ve Agop Balyan üzerlerine almışlardı. Zaman zaman yapımına ara verilen saray için bir buçuk milyon altın lira harcandığı gibi ayrı olarak Mısır’dan sağlanan paralarla Tophane ve Tersane’nin mirî (devlet) giderlerinden de ödenekler ayrılmıştı.

⚔️ ÇIRAĞAN SARAYI OLAYI (20.5.1878)

‹- Murat V’in tahttan indirilmesi olayını bir haksızlık olarak kabul eden Ali Suavi, Murat’ı tekrar padişah ilân etmek için düzenlediği ve «Çırağan Sarayı Olayı» diye anılan ayaklanmayı bastırmaya gelenlerden ünlü Yedi – Sekiz Hasan Paşa tarafından sopayla öldürülmüştü.

Tarihimize «Çırağan Sarayı Olayı» diye geçen baskın şöyle cereyan etmişti:

Filibeli Ahmet Paşa’nın başında bulunduğu ve çoğunluğu göçmenlerden meydana gelen 500–600 kişilik bir kalabalık Çırağan Sarayı’nın yakınındaki Mecidiye Camii önünden hareketle saraya vardılar. Ali Suavi de ayrı bir grupla Kuzguncuk’tan bir mavnayla gelerek sarayın rıhtımına çıktı. Ali Suavi adamlarıyla rıhtım üzerindeki nöbetçilere, Ahmet Paşa da sarayın Paşa Dairesi ile Serdap Köşkü’nde bulunan muhafızlara saldırarak silâhlarını ellerinden aldılar.

Ali Suavi, Murad’ın bulunduğu daireye geçerek önünde saygıyla eğildi ve kendisini padişah ilân edeceğini bildirdi. Ama bu sırada olay duyulmuş ve Beşiktaş Muhafızı Yedi – Sekiz Hasan Paşa ile Binbaşı Bekir Bey, kuvvetleriyle Çırağan Sarayı’na yetişmişlerdi. Hasan Paşa, Murat’ı büyük salona götürmekte olan Ali Suavi’yi başına vurduğu bir sopayla cansız yere serdi. Binbaşı Bekir Bey de askerleriyle göçmenleri saraydan dışarı atmakta güçlük çekmedi.

🧠 ÇIRAĞAN SARAYI OLAYI: SEBEP VE SONUÇLARI

Yeni Osmanlılar Cemiyeti’nin ileri gelen üyelerinden birisi olan Ali Suavi, Abdülaziz’in tahttan indirilişinde olumlu çabalar göstermişti. Ama, Murat V’in kısa bir saltanat sürmesinden sonra tahttan uzaklaştırılışını açık bir haksızlık olarak kabul ediyordu. Ona göre Murat V bir aralık rahatsızlanmış olsa bile sonradan iyileşmiş bulunduğundan ortada saltanat hakkının elinden alınmasını gerektiren haklı bir sebep yoktu.

Bu düşünce ile harekete geçen Ali Suavi, Abdülhamit II’ye karşı gizli ve açık bir mücadele kampanyası açmıştı. Bu sıralarda İstanbul’da Osmanlı – Rus Savaşı üzerine Balkanlar’dan ve Kafkasya’dan kaçıp gelenlerden meydana gelen büyük bir göçmen kalabalığı vardı.

Ali Suavi, bütün gücünü kullanarak bu göçmenlerle işbirliği yapmanın yolunu buldu. Çırağan Sarayı’na bir baskın yapacak, Murat V’i kurtarıp padişah ilân edecekti.

Olaydan bir gün önce «Basiret» gazetesinde yayınladığı bir yazıyla adamlarına üstü kapalı bir dille hazırlık işaretini de verdi. Ertesi gün aralarında Filibeli Ahmet Paşa’nın da bulunduğu ve çoğunluğu göçmenlerden meydana gelen beş – altı yüz kiş