Ünlü tiyatro yazarı Aristophanes’in M.Ö. 5. yüzyılda yakındığı Yunan tanrılarının çokluğu ne anlama gelir? Eski Yunanlılar neden çok tanrıcıydı (politeist)? Tabiat olaylarını açıklayamayan insanların yarattığı “Mitoloji” (efsaneler edebiyatı) nasıl doğdu? Tanrılar Dağı Olimpos’un önemi, Zeus’a adanan Olimpiyatlar ve Apollon Tapınağı’ndaki kehanet kültürü hakkında bilgi.
«…Ne kadar tapınak, ne kadar kutsal heykel var. Ne kadar da kutsal tören… Yılın bütün günleri dinî bayram, her taraf allı pullu kurbanlık hayvanlarla dolu.» M. ö. 5’inci yüzyılda yaşamış olan ünlü tiyatro yazarı “Aristophanes” böyle yakınıyordu. Yunan’lıların kendi hayal dünyalarında yarattıkları tanrıların sayısı pek çoktu. Tapınaklara ve kutsal heykellere zarar vermek, dinî bayramları tanımamak, Olimpos tanrılarına karşı işlenecek en büyük suçtu, llkçağ’da her tabiat olayının, her meslek sınıfının, bedenî veya ahlâkî her niteliğin, hattâ her ailenin kendisinden iyilik beklediği bir tanrısı vardı. Israiloğulları bir yana bütün İlkçağ kavimleri gibi Eski Yunan’ltlar da birçok tanrıya taparlardı yani “çok tanrıcı” (politeist: Yunanca, polus = çok, theos = tanrı) idiler.
MİTOLOJİ
Olayların «neden» ini açıklamak bilgi ve tecrübesinden yoksun olan tarih öncesi insanları tabiattaki her şeyin esrarlı birtakım kuvvetlerin işi olduğuna inanırlardı. Rüzgâr, şimşek, yıldırım, gökgürültüsü, bora, kasırga, hortum, deprem ve yanardağların püskürüşü gibi tabiat olayları, bu insanları korku ve şaşkınlık içinde bırakırdı. Bu olaylarla ilgili hiçbir bilimsel açıklama yolu bulamadıklarından bunların kendilerinden daha güçlü olan görünmez birtakım ruhlar tarafından meydana getirildiğine inanırlardı. Böylece hayal dünyalarında rüzgârlar, şimşekler, dağlar ve denizlerin ruhları olduğunu düşündüler.
İnsan, yaradılıştan korkmaya eğilimlidir. Ama korkunun ötesinde, dehşet uyandıran olaylar karşısında da insan, şaşkınlıkla birlikte taparcasına bir saygı duyar, işte bizim atalarımız da aynı durumdaydılar. Onlara dehşet veren ruhlar (!) karşısında hem korku, hem de saygı duydular. Böylece saydıklarını tanrılaştırdılar. İnsanı tanrısal olan kudrete bağlıyan duygu yani din böyle doğdu.
Eski Yunanlılar tanrılarına taparken onlara günlük hayatlarını daha iyi bir düzene koyması için yalvarırlardı. Bu yüzden bütün tanrılarında insanların durumundan ve yaşayışından anlıyan insancıl bir nitelik ve karakter vardı. Sanatçılar, tanrıların hayatını canlandıran ve renklendiren olağanüstü efsaneler yaratıyorlardı. Böylece “Mitoloji” (Yunanca, mythos = efsane, logos = anlatım) adı verilen efsaneler edebiyatı meydana geldi.
TANRILAR DAĞI : OLİMPOS
Yunan mitolojisine göre tanrılar, Yunanistan’ın en yüksek dağı olan “Olimpos” (Yunanca Olimbos) Dağı’nın tepelerini konak olarak seçmişlerdi. Tanrılar, kendi aralarında zaman zaman düzenledikleri ziyafet sofralarında ölümsüzlüğün kaynağı olan balözünden içerlerdi. “Zeus” (Sonradan Roma’lılarda Jüpiter olarak anılmıştır) bütün tanrıların başı, insanların babasıydı. Eski Yunanlılar, Olimpos şehrinde (M. Ö. 5’inci yüzyıl) onun şerefine bir dev tapınak yapmışlardı. Tapınağın içinde tanrı Zeus’un “altın ve fildişinden” işlenmiş büyük bir heykeli vardı. Ünlü heykeltıraş Phidias’ın bu eseri dünyadaki «Harika» lardan biri sayılıyordu. Her dört yılda bir tanrı Zeus şerefine “Olympiades” (İlk defa M. Ö. 776 yılında başlanan bu oyunların bugünkü adı Olimpiyadlar’dır) adı verilen büyük şenlikler yapılırdı.
KEHANETİN GÜCÜ
Eski Yunanlılar, başlarından geçen bütün olayların yalnız ve yalnız tanrıların iradesine bağlı olduğuna inandıklarından, gelecekte karşılaşacakları önemli olayları önceden öğrenmek ve hayatlarına ona göre yön vermek merakındaydılar. Bunun için özel olarak yapılmış tapınaklara koşarlardı. “Delph’te Parnas Dağı’nın eteğindeki Apollon tapınağı” bunların en ünlülerinden biriydi. Tanrıya «danışma» ya gelen, kalbinden geçenleri tapmaktaki rahibe Pythie’ya açıkça anlatırdı. Kendini Apollon’a adamış olan rahibe de yalvarmaya gelene tanrının kehanetini bildirirdi. Apoilon’la temas edebilmek için rahibe Pythie, tapınağın bir kösesinde yakılan ateşin dumanları arasında kendini dinî bir heyecana bırakırdı. Bu arada anlaşılmaz ve karışık kelimeler mırıldanır, etraftaki papazlar bunları Apollon’un kehaneti sayarak tefsir ederlerdi. Olimpos Dağı’ndaki Zeus tapınağı ile Epidaure’deki Asclepias tapınağı da en ünlü kâhinlerin yaşadıkları kutsal yerlerdi.
KURBAN ADAMAK
Eski Yunanlıların tanrılarına yaptıkları tapınakların içinde bu tanrıların büyük çapta heykelleri bulunurdu. Tanrılara saygının bir ifadesi olmak üzere buralarda âyinler yapılır, tanrının yardımı dilenirdi. Kutsal şarkılar söylenir, dualar okunur, tanrıya çiçekler, meyvalar ve kurbanlar adanırdı. Âyinin en önemli bölümü kurbanın kesilmesiydi. İnananlar önce dua kürsüsüne doğru ilerler, adakları kurbanlık hayvanı (koyun, keçi, domuz veya öküz) papazın önüne getirip bırakırlardı. Hayvan, çiçeklerle süslendikten sonra kürsünün dibinde boğazlanarak kurban edilirdi. Kemikleri ve yağları kürsünün üzerinde yakılır, kalanını inançlılarla papazlar aralarında bölüşürlerdi. Tanrılarının, adaklarını kabul edeceklerine ve sofralarına katılacaklarına yürekten inanan Yunanlılar, böylece ödevlerini yerine getirmiş olmanın huzuru içinde yaşarlardı. Bazan tanrılarının öfkesini yatıştırmak veya tanrının yaptığı iyiliğe teşekkür etmek amacıyla birçok kimse toplanıp bir seferde 100 öküz (hekatomb; Yunanca hekaton = yüz, bous = öküz) kurban ettikleri olurdu.
ÂYİNLERDE DİNÎ SIRLAR
Yalnız eski Yunanistan’da geleneksel dinî törenlerden ayrı olarak bazı kimselerin olağanüstü katılabildikleri gizli âyinler de yapılırdı. Bu törenlerde yıkanmak, oruç tutmak gibi bazı dinî eğitim kurallarını yerine getiren özel kişiler yer alır, yaptıkları iyinin sırlarını ölüm işkencesi altında bile açığa vurmayacaklarına and içerlerdi. Gizli âyinlerin amacı, kendini dünya zevk ve nimetlerinden yoksun tutmaya alıştırmak, ölüme olgunluk içinde hazırlanmayı öğrenmekti.
MECLİS ÜYELERİ
Çeşitli şehirlere dağılmış olarak yaşayan Yunanlılar, birbirleriyle sık sık savaşırlardı. Yalnız din, onları bağlayan tek kuvvetti. Ayrı şehirlerde yaşamalarına rağmen aynı tanrılara tapar, aynı biçimde tapınırlardı. Böylece birçok şehirde tanrının servetini korumak ve yönetmekle görevli ve “Amfiktiyoni” adı verilen dinî meclisler kuruldu. Meclis üyelerine “Amfiktiyon” (Yunanca Amphi = civar, ktiones = yerleşenler) adı verilirdi. Gerçekten de Amfiktiyonlar sürekli olarak ünlü bir tapınağın civarında yerleşmişlerdi. Amfiktiyoni denilen meclisler her yıl bir tapmakta toplanır, dinî konulan tartışırlardı. Bu meclislerde çok defa iki şehir arasında savaş açılması gibi siyasî kararlar da verildiği olurdu. Meclislerin en ünlüsü Apollon tapmağının bulunduğu Delph şehrinde idi. Defph meclisi üyelerinin kutsal yeminleri şuydu: «AmfiktiyoniTerin bulunduğu hiçbir ilçeyi yıkmamaya and içerim. Eğer herhangi bir kavim bunu yapmaya kalkışacak olursa ona karşı savaşacağıma, şehirlerini, kasaba ve köylerini yıkacağıma söz veriyorum. Onu en büyük düşmanım sayıyorum. Eğer Delph tapınağındaki kutsal adaklara el uzatmaya yeltenecek biri çıkarsa tanrılara karşı işlenen bu suçun en ağır şekilde öcünü alacağım.» Amfiktiyoni’lerin siyasî kararlarının Yunan halkı üzerindeki etkisi yüzlerce yıl devam etmiş ve bu, onların ruhlarına işlemiştir. Günümüzde de bazı papazların siyasî bir lider rolünü oynamaktan kaçmamaları bunu ispatlar.
