TANZİMAT

TANZİMAT VE TANZİMAT HATTI HÜMAYUNU

Tarih kitap ve dergilerinde sık sık rastlanan «TANZİMAT» ve «TANZİMAT HATTI HÜMAYUNU» deyimleri, 19’uncu yüzyıl ortalarına doğru Osmanlı İmparatorluğu’nun içeride ve dışarıda zayıfladığı dönemi işaret eder. Devlete karşı ayaklanan Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın kuvvetleri Anadolu içerilerine kadar sokulmuştu (1839). Başta Rusya olmak üzere bu durumu sömürmek isteyen büyük devletler de azınlıkların haklarını koruma bahanesiyle hükümet üzerindeki baskılarını artırmış, iç işlerimize karışmaya başlamışlardı.

İşte yurdumuzun içeride ve dışarıda çok çetin olaylarla karşılaştığı bu dönemde gerçekleştirilmesi zorunlu görülen ıslahatla, bu ıslahat sonucunda sağlanan düzen, tarihlerimizde «TANZİMAT» adıyla anılır. Kurulan bu yeni düzen içinde yetkilerinden bazılarını kanun egemenliğine bıraktığını açıklayan padişahın halka okunmak üzere imzaladığı belgeye «TANZİMAT HATTI HÜMAYUNU» adı verilir.

Tanzimat’tan Önceki Durum

Osmanlı Padişahları içinde ıslahatçılığıyla ünlü Mahmut II (1784-1839), Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa ordularının Nizip’teki birliklerimizi yenilgiye uğrattığı sırada öldü. Donanmamızın da Kavalalı’nın eline geçtiği bu karışık günlerde tahta çıkan Abdülmecit (1823-1861), genç ve tecrübesiz bir padişahtı.

Bu durumdan yararlanan Rusya, Bâb-ı Âli (Hükümet)’ye ağır baskılar yapıyor, Hünkâr İskelesi Antlaşması (1833)’na dayanarak Boğazlar üzerinde egemenlik kurma eğilimleri gösteriyordu. Bu değişiklik, Orta Doğu’daki siyasi dengeyi sarsacak nitelikte olduğundan, Avrupa devletleri «Şark Meselesi» adını verdikleri bu olaylarla yakından ilgilenmeye başladılar.

Mehmet Ali Paşa’nın daha fazla güçlenmesini tehlikeli bulan İngiltere, Türkiye’yi destekleyen bir politika izlemeye yöneldi. Osmanlı Devleti’nin Hariciye Nazırı (Dışişleri Bakanı) Mustafa Reşit Paşa bu sıralarda İngiltere’yle bir antlaşma yapmak göreviyle Londra’da bulunuyordu. Avrupa’yı çok iyi tanıyan ve Batı kültürünün temel ilkelerini benimseyen tecrübeli devlet adamı Mustafa Reşit Paşa, padişahla yaptığı görüşmelerde, Türkiye’nin güçlenip kalkınabilmesi için Batı kültür ve hukuk düzeninin yurdumuzda uygulanmasıyla sağlanacak yararları açıkladı. Bu ıslahat teklifleri, padişahın hükümdarlık yetkilerini de kısıtlayıcıydı. Ancak Abdülmecit, Türkiye’nin güçlüklerden kurtulabilmesi için Mustafa Reşit Paşa’nın ıslahat tekliflerini kabul etti.

Tanzimat-ı Hayriye Fermanı’nın Hazırlanması

Padişah, yapılacak ıslahatla ilgili tasarının hazırlanması görevini de «Büyük» Mustafa Reşit Paşa’ya verdi. Mustafa Reşit Paşa, hukuki, mali, toplumsal konularla birlikte, Rusya’nın Bâb-ı Âli üzerindeki baskılarını önlemek amacıyla “Şark Meselesi”ne el koyan İngiltere, Fransa ve Avusturya’nın isteklerini gözeterek Hristiyan azınlıklara tanınan hakları da içine alan ve «Tanzimat-ı Hayriye» adını verdiği tasarıyı hazırladı. Padişahın da onaylamasıyla bir «Hat-tı Hümayun»(Padişah Bildirisi) değerini alan tasarının ilanı kararlaştırıldı.

Tanzimat’ın İlanı

Topkapı Sarayı’nın Gülhane Bahçesi’nde tarihî bir tören düzenlendi. Padişah Abdülmecit’in de izlediği bu törene Sadrazam, Şeyhülislâm, bakanlar, yabancı devlet elçileri, patrikler ve kalabalık bir halk katılmıştı. Padişahın buyruğuyla bu tarihî «Hat-tı Hümayun»u okumak şerefi de Mustafa Reşit Paşa’ya verildi. Okunduğu yerle bağlantı kurularak «Gülhane Hattı» adıyla da anılan «Tanzimat Fermanı» bir bakıma padişahla halk arasında tarihî bir antlaşma niteliğindeydi.

Ferman’ın Temel İlkeleri

Kanun kuvvetinin her şeyin üstünde olduğu temel ilkesine dayanan «Tanzimat Fermanı»nın başlangıcında; Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluşundan beri şeriat hükümlerine (dinî yasalar) uyulduğundan devletin yükselip halkın mutluluğa erdiği belirtildikten sonra, 150 yıla varan bir süre içinde baş gösteren gerilemelere değiniliyor ve çıkarılacak kanunlar ve uygulanacak yönetimle «15 yıl içinde yurdun istenilen gelişmeyi sağlayacağı» açıklanıyordu.

Fermanda öngörülen yenilikler arasında şu hükümler yer alıyordu:

  • Müslüman ve Hristiyan bütün halkın ırz, namus, can ve mal güvenliğine kavuşması.
  • Vergilerin herkesin varlığıyla orantılı olarak alınması ve toplanması.
  • Askere alınma ve bırakılma işlerinin kanunlarla düzenlenmesi.
  • Muhakemelerin açık oturumlarla yapılması; hiç kimsenin mahkeme kararları dışında ölüm cezasına çarptırılmaması.
  • Herkesin sahip olduğu mal ve mülk üzerinde miras hakkını kullanması.
  • Rüşvet ve kayırıcılığın suç sayılacağı.

Bu arada, müslüman, hristiyan gibi din ayrıntılarının yapılamayacağı üzerinde önemle duruluyordu.

Tanzimat Çağı ve Sonuçları

Gülhane Hattı’nın okunmasından (3 Kasım 1839), Birinci Meşrutiyet’in ilanına (23 Aralık 1876) kadar geçen süre, yurdumuzda «Tanzimat Çağı» adıyla anılır. Bu dönemde, askerlik, adliye, maliye ve idari işlerle ilgili kanunların «Meclis-i Ahkâm-ı Adliye» adı verilen bir kuruldan çıkarılması kabul edildiği gibi; halkın yaşayışı, kılık-kıyafeti, edebiyat ve sanat anlayışıyla Batı’ya yönelmesi konularında da oldukça önemli adımlar atıldı.

Mustafa Reşit Paşa’nın açtığı bu Batılılaşma yolunu Âli ve Fuat Paşalar da izlediler.

Tanzimat Çağı’nda birçok alanda yenilikler sağlanmış olmakla birlikte, geniş anlamıyla bir Batılılaşmanın gerçekleştirilebildiği söylenemez. Her şeyden önce din ve devlet işlerinin kesinlikle ayrılmaması yüzünden, azınlıklar konusu yine de çözümlenemedi. Bu arada yeni düzenin uygulanması konusunda yabancı devletlerle işbirliği yapılması, bunların zamanla iç işlerimize karışmalarına yol açtı.

Nitekim Rusya’nın Ortodoks azınlıklarla ilgili istekleri yüzünden Kırım Savaşı çıktı (1853). İngiltere ve Fransa’nın da Osmanlı Devleti yanında katıldığı bu savaşta Sivastopol ele geçti. Savaş sonrası yapılan Paris Antlaşması (1856)’na göre toprak bütünlüğü garanti edilen Türkiye’nin de Avrupa devletlerinden meydana gelen siyasi denge içinde yer alması gibi önemli bir başarı sağlandı.

Ancak Tanzimat Fermanı’yla gerçekleştirilen yenilikleri, özellikle azınlıklara tanınan hakları yeterli bulmayan Avrupa devletlerinin baskılarıyla Bâb-ı Âli yeni bir ıslahat hareketine daha girişmek zorunda kaldı. «Islahat Fermanı» (1856)adıyla anılan bu ikinci ferman da, «Gülhane Hattı Hümayunu» ile halka ve azınlıklara tanınan hakları genişletip pekiştiren nitelikte tarihî bir belgedir.