🏛️ M.Ö. 399: Sokrat’ın Mahkemesi
M.Ö. 399 yılının bir ilkbahar sabahı, Atina’da büyük bir halk kütlesi, o çağın ilgi çekici davalarından birinin görüleceği **Arkhon-Kıral Sarayı’nın** merdivenlerine doğru ilerliyordu.
Arkhon’lar, Şehir Devleti’nin politik ve dinî işlerini yöneten kimselerdi. Bunlar dokuz kişi idiler. Bunlardan o yıla adını veren Arkhon, kurula başkanlık ederdi. Kıral diye de anılan ikinci Arkhon din işlerine, **Polemarkhos** adı verilen üçüncüsü de savaş işlerine bakardı. Diğer altı Arkhon’a **”Thesmothet’ler”** derlerdi.
Büyük, sütunlu salon iyice dolmuştu. Arkhon-Kıral’ın yanında oturan Thesmothet’in önünde, içinde dava dosyası bulunan kutu duruyordu. Biraz ileride sanığın suçlu olup olmadığını oylarıyla bildirecek olan ve halk arasından seçilmiş olan 500 kişilik **jüri heyeti** vardı. Öbür tarafta sanığı dava eden üç kişi: **Meletos, Lykon** ve **Anytos** oturuyordu. Ya sanık, o neredeydi?… Sonunda o da salona getirildi.
Sakin ve ilgisiz bakışlarla etrafını süzdü. Sanki seyircilerden biriymiş gibi heyecansız ve soğukkanlı idi. Ağır ağır yürüyerek mahkeme kurulunun önüne geldi, oturdu. Uzun gür sakallı bu yaşlı adamın adı **SOKRAT**’tı.
👤 Sokrat’ın Hayatı ve Felsefesi
Sokrat M.Ö. 469 yılında Atina’da doğdu. Babası heykel yapan bir sanatkâr, anası ebe idi. Aile çok mütevazı şartlar altında yaşıyordu. Ama bu durum hiçbir zaman Sokrat’ı Atina’nın ünüyle övündüğü okullarına devam etmekten alıkoyamadı. Yaradılıştan bir olgunluğa sahip olan bu genç adam büyük bir hırsla okudu, öğrendi ve düşündü. Düşündü, çünkü düşünce akımlarının ortasındaydı.
Sofistlere Karşı Duruş
O yıllarda Atina’da, kendilerine **”Sofist”** adını veren bir bilginler grubu vardı. Bunlar birçok okul açmışlar, zengin ailelerin oğullarını bu okullara göndermeleri için çağrıda bulunmuşlardı. Kendilerini tanıtmak, değerlerini halka duyurmak için de şehir meydanlarında toplantılar yapıyor, tartışmalar düzenliyorlardı.
Her şeyi bildiklerini, gerçekle ilgisi ne olursa olsun her türlü düşünceyi haklı çıkaracak mantık gücüne sahip olduklarını ileri sürüyorlardı. Kendilerine ölçüsüz güvenleri vardı. Bir gün önce ispatladıkları şeyin ertesi gün tam tersini ispat ediyorlardı, daha doğrusu ispat etmiş olmakla böbürleniyorlardı. Yanlış bir şeyin doğru olabileceği kadar doğru bir şeyin de yanıltıcı olabileceğini gösteriyorlardı.
Sofistler grubunun kendilerini dinleyenlere büyük zararları dokundu. Zihinleri karışan, akıllarına karşı güvenleri sarsılan dinleyicilerin çoğu şu sonuca varıyordu: Tabiatta ne iyi vardır, ne kötü; doğru bir şey olmadığı kadar yanlış bir şey de yoktur…
Sokrat, bu ruhî çöküntüye karşı cephe aldı: **Doğruluk, adalet, iyilik, dürüstlük… bunların hepsi insan ruhunun temel bir bütünlüğüdür, kelime oyunlarıyla, olur olmaz mantık cambazlıklarıyla ne değiştirilebilir ne de yıkılabilir.** Eğer bundan şüpheniz varsa vicdanımız meydandadır, gerçek odur, ona sorabilirsiniz. Boş laflarla, akıl oyunlarıyla vicdanı tanımamazlıktan gelmek faydasızdır.
“Önce Kendini Tanı”
Sokrat, **”Önce kendini tanı”** diyordu. Bununla, **”İnsan her şeyden önce kendi bilgi gücünün hesabını çıkarmalı, bilgisizliğini, yanılabilirliğini ölçmeli, tanımalıdır. Ruhun güçsüzlüğünü, bilgisizliğin, yanılmanın gücünü yenmenin biricik çaresi budur”** demek istiyordu.
Yalnız zekâlarını kullanan ve ona fazlasıyla güvenen Sofist’lerin karşısına bir peygamber gibi çıkan Sokrat, zenginliği ve öbür maddî üstünlükleri mahkûm ediyor, ruhsal değerleri destekliyor ve yüceltiyordu. Halkın başına despot kesilen, dehşet ve zor kullanan yöneticilere doğruluğu aramalarını, vicdanlarının sesini savunmalarını öğütlüyordu. Ne pahasına olursa olsun, her zaman, her yerde aklın hilesine sapan zorbaların tehditlerine boyun eğmemeyi, vicdanlarından fedakârlık etmemeyi, herkesin kendisine karşı bir vicdan borcu olduğunu söylüyordu. Sokrat **”Şu dünyanın ötesinde bir Tanrı vardır ki o, herkes hakkında hükmünü verir”** diyordu.
İşte Sokrat’ın bütün hemşerilerine uzun uzun öğrettiği, anlattığı şey buydu. Meydanlarda, sokak başlarında, bir tapınağın merdivenlerinde, bir demirci dükkânında hep bunları söylüyordu. Halkla konuşurken onlara sorular soruyor, karşılıklarını dikkatle dinliyor, düzeltiyor, destekliyor, onları eleştirme ve düşünmeye alıştırıyordu. Kısaca, insanlara iyiyi ve doğruyu aramalarını öğretmek istiyordu.
Bu yüzden hayatı çok defa tehlikeye girdi. Hükümet adamlarını kabahatli bulmaktan, kanunsuz ve keyfî saydığı emirlere boyun eğmemekten ötürü birçok defa suçlandırıldı.
Bütün ömrünü insan ruhunun problemlerine harcayan, kendini insanın düşünme eğitimine ve doğruluğa adayan Sokrat, yoksulluk içinde yaşadı. Bu fikirleri ilk defa olarak ortaya atmak korkusuzluğunu gösterdiğinden halk onu büyük bir hayranlıkla dinliyordu.
⚖️ Ölme Pahasında Doğruluk
Bu iyilik ve hikmet dolu yaşlı adam öyleyse neden Yüksek Mahkeme önüne suçlu olarak çıkarıldı? Evet, insanlara düşünmeyi öğretmek isteyen bu adamın susmasını isteyenler, çıkarları bozulan, gururları sarsılanlar çoktu. Önce kendi prensipleri altüst olan Sofist’ler, onun düşmanıydı. Sonra kendilerine vicdanın sesinden söz edilen namussuzlar, onun düşmanıydı. Her şeyden önce kendilerini Sokrat’ın suçlamalarına hedef bulan hükümet çevreleri onun düşmanıydı. Bu adamı susturmak için ne tehdit, ne servet teklifi, ne unvan para etmişti. Atinalı devlet adamları onu mahkeme önüne çıkarmak için yalan yanlış suçlamalarda bulunmaktan çekinmediler.
Tarihin şahit olduğu en ünlü muhakemelerinden biri olan olay, Sokrat’ın en iyi öğrencisi olan **Eflatun (Platon)’un** yazılarında olduğu gibi anlatılmaktadır. Büyük üstat, savunması sırasında her zamanki sakin ve rahat tutumuyla konuştu. Suçlayıcılara, şikâyetlerinin yersiz, kendisine yüklenen suçların asılsız olduğunu, hükümlerini verirken yargıçların iyice düşünmeleri gerektiğini söyledi. Daima ileri sürdüğü tenkitlerini yumuşatacak yerde, onları daha büyük bir kesinlik ve açıklıkla tekrarladı, **susmak veya ülkeden uzaklaşmaktansa konuşmayı tercih edeceğini söyledi.** Bütün ömrü boyunca adaletsiz hükümlere ve zorunluluklara karşı direnmişti, bütün varlığıyla savunduğu düşüncelerden dönmeyecekti.
Yüksek Mahkeme, Sokrat hakkında önceden belli olan kararını verdi: **ÖLÜM.**
Hüküm yerine getirilinceye kadar Sokrat’ın yanından ayrılmak istemeyen öğrencileri kendisine kaçmasını teklif ettiler. Reddetti. Vatanının kanunlarına saygısızlıkta bulunmak istemedi. Son günlerini öğrencileri arasında geçiren Sokrat, onlarla uzun uzun sohbet etti, ruhun ölmezliğine olan inancını belirtti.
Zehiri içmek zamanı geldiğinde dostlarını teselli eden yine o oldu:
«Ben öleceğim, ama siz daha yaşayacaksınız. Hangimizin daha iyi yolu seçtiğini Allah bilir.»
