Katip Çelebi

«HÜKÜMDARLAR din emirlerini yerine getirecek ve dinî akideleri (ilkelerini) bilecek kadar ilimle uğraşmalı, askerlik, malî meseleler ve reâyânın (azınlık) hallerini inceden inceye bilmeye çalışmalıdırlar… Vaizler, halkın diliyle konuşmalı; avamın (halkın) anlamıyacağı bahislerden (konulardan) söz açmamalı; hutbeleri (öğüt) Türkçe söylemeli; ahali arasında düşmanlığın artmasına sebep olmamalıdırlar… Halk, dinî emirleri yerine getirmeli; yalan söylememeli; kimsenin canına kasdetmemeli, malına göz dikmemeli, doğru olmalı, kendi kazanç ve kabiliyeti ne ise ona göre hareket etmelidirler… Talebeler, bir ilmi iyice öğrenmeden başka bir ilme geçmemeli, tahsil (öğrenim) tamamlanmadan memuriyet hayatına ve İlmî vazifelere (bilimsel görevlere) heves etmemelidirler…»

Yukarıdaki satırlar ünlü Türk bilgini “KÂTİP ÇELEBİ’NİN” hükümdarlara, vaizlere, halka ve öğrencilere “17’nci yüzyılda” yaptığı öğütlerdir. Kâtip Çelebi, ülkemizde “skolastik zihniyetle savaşan”, gerçekçi bir görüşle mezheplere ve inançlara saygı gösteren, “hoşgörürlüğü savunan” bir Türk aydınıydı. 17’nci yüzyılda Osmanlı Devleti’nde yönetim çok bozulmuştu. Devlet, Saray Kadın ve Ağaları’nın keyfiyle yönetiliyordu. Bununla birlikte çağın her türlü bozukluklarına katlanarak olumlu ve özgür bir düşünceyi savunanlar da yok değildi. İşte bunlardan biri, Batı’da da yakın bir ilgi ve dikkat uyandıran Kâtip Çelebi’ydi.

HAYATI

Kâtip Çelebi, “1609 yılının Şubat ayında İstanbul’da doğdu”. Öz adı Mustafa’ydı. Bir asker olan babası gibi orduda kâtip olarak çalışmıştı. 16 yaşlarında girdiği devlet hizmetinde «Genç Osman» olaylarını, Yeniçerilerin İstanbul’da başkaldırmalarını, Mustafa l’in tahta çıkarılması için düzenlenen ayaklanmaları görmüştü. Kâtip Çelebi; Mustafa II ve Murat IV’ün padişahlık yıllarında da yaşadı. 1629 İran, Hemedan ve Bağdat seferine katıldı. 1633 Bağdat Seferi’nde Ordu’nun Halep’te kışlamasından yararlanarak Hicaz’a giderek hacı olmuştu. İstanbul’a dönünce miras yoluyla eline dolgun para geçti. Bunun üzerine askerî kâtiplik görevinden çekilerek kendini bilime verdi. 1640 yılından sonra eserler vermeye başladı. Kâtip Çelebi bu hızlı ve verimli çalışma yıllarında yalnız dinî konular üzerinde değil, aynı zamanda “matematik, astronomi gibi müspet bilim dallarında” da bilgisini genişletmiş, bu arada Lâtince öğrenmeye başlamıştı. 1648 yılında Kâtip Çelebi Mustafa Efendi’ye «Baş muhasebeci ikinci halifeliği» görevi verildi. İşte onun “Hacı Halife” – Batılılar Hacı Kalfa derler – adıyla ün alması bu görevinden ötürüdür. Kâtip Çelebi’nin hayatının çeşitli dönemlerini biz, daha çok yazmış olduğu «Mizan-ül Hak» adlı kitabından öğreniyoruz. Gerçekten de ünlü bilim adamı bu eserinde otobiyografisinin büyük bir bölümünü kaleme almıştır. Kâtip Çelebi, çağının ünlü bilginlerinden özellikle Kadızade’den çok yararlandığını belirtir. Bilimsel çalışmalarını da şöyle anlatır: «On yıl geceli gündüzlü çalıştım. Arasıra bir kitabı incelerken kendimi unutur, günün ışıdığını farketmezdim. Bu yorucu çalışmalardan hiç usanç duymazdım.» Kâtip Çelebi bir yönden bilgisini artırırken bir yönden birçok öğrenciye ders veriyordu. 1648’den ölümüne kadar en değerli eserlerini verdi. Bu bilimsel çalışma yıllarında en yakın arkadaşı olan Şeyhülislâm Abdurrahman Efendi’yle devlet sorunlarını tartışır, bozuklukları ortaya koyar/çeşitli konularda ileri düşüncelerini açıklamaktan çekinmezdi. “1657 yılının sonlarına doğru bir cumartesi sabahı kalb durmasından öldüğü zaman 49 yaşındaydı”. Mezarı İstanbul’da Vefa semtinden Zeyrek’e inen caddenin sol tarafında kendi adı ile anılan okulun (Kâtip Çelebi İlkokulu sonraları yanmıştır.) bahçesindedir.

KÂTİP ÇELEBİ’NİN KİŞİLİĞİ

17’nci yüzyıl Türkiyesi’nde Kâtip Çelebi’nin çok önemli bir yeri vardır. O, herşeyden önce bir “bibliyografya ve coğrafya bilginidir”. Yüksek devlet memurluklarının parayla verildiği bir çağda yaşamış olan Kâtip Çelebi bu olayları yermekle kalmamış, ülkede «kanun» ilkelerinin yerleşmesi ve uygulanması için büyük çabalarda bulunmuştur. Ona göre ülkeyi ötedenberi felâkete sürükleyen kanunsuzluktu. Bazı eserlerini bu düşünceyle yazmış, devlet sorumlularını uyarmaya çalışmıştır. Kâtip Çelebi bu çalışmalarından bir sonuç alıp alamıyacağını bilemeden genç yaşında ölmüştür. Daha fazla yaşasaydı belki çalışmalarının olumsuzluğu karşısında üzüntü duyardı. Çünkü o çağ, Osmanlı Imparatorluğu’nun en karışık dönemiydi. Kâtip Çelebi’de bilim ve öğrenme sevgisi sonsuzdu. O bu sevgi ve inanışla Batı’ya yönelme yolunda Türk Tarihi’nde bir “dönüm noktası” teşkil etmiş, Batı’ya bir pencere açmıştır. Ancak çok kısa süren ömrü Kâtip Çelebi’nin bu bilim ve öğrenme sevgisini yaymasına yetmemiştir. 17’nci yüzyılda yetişen Türk bilginleri içinde olumlu düşünen, bilimsel araştırma ve çalışmalar yapan, ömrünü kitaplar arasında geçirerek yaşadığı çağın çarpık inançları, bilgisizlikleri ve ihtiraslarıyla savaşan tek • «bilgin – düşünür» Kâtip Çelebi’dir.

ÖNEMLİ ESERLERİ

Kâtip Çelebi’nin tarih, coğrafya, biyografi, bibliyografi, edebiyat, din ve ahlâk konularında Türkçe ve Arapça yazılmış birçok eseri vardır. Bunların en önemlileri şunlardır:

  • FEZLEKE’ler: Birer tarih kitabıdır. Yazar «Arapça Fezleke» de 622 yılından 1591’e, «Türkçe Fezleke» de ise 1591’den 1655 yılına kadar geçen olayları inceler.
  • TUHFE-TÜL KİBAR Fİ ESFAR – İL BİHAR: 1645 Girit Seferi’yle ilgili olarak yazılmış bir tarihtir.
  • TAKVİM-ÜT TEVARİH: Hazreti Âdem’den 1648 yılına kadar geçen tarihî olayları anlatır.
  • CİHANNÜMÂ: Şeyh Ahmet İhlâsi’nin «Atlas Minör» çevirmelerinden yararlanma suretiyle ve yeni bilgilerle tamamlanarak 1648’de yazılmış “ilk coğrafya eserlerinden biridir”. Hartalarla değerlendirilmiştir. 1732’de İbrahim Müteferrika tarafından basımı da yapılmıştır.
  • KEŞF-AL ZUNUN: Kâtip Çelebi’nin 20 yılda tamamladığı bu ansiklopedik eser alfabe sırasına göre düzenlenmiş ve Arapça yazılmıştır. 300 kadar bilimsel konuyu ele alan bu önemli ansiklopedi aynı zamanda “14.501 kitabı” tanıtır ve eleştirir. Eserin çok geniş olan önsözünde bilimin önemi, değeri, bölümleri üzerinde durulmuş, bütün bilimlerin adları, tanımları ve konuları açıklanmıştır. Keşf-al Zunun daha sonraları birçok yazar tarafından incelenmiş, tamamlanmak için «ek» ler yapılmıştır. 1835 – 1838: yılları arasında Alman Bilgini Flügel bu eseri Lâtince’ye çevirmiştir. Daha sonra Almanca ve İngilizce çevirileri de yayımlanmıştır.
  • DÜSTÛR -UL AMEL: 1652 yılında yazılan bu eserde malî konular ele alınmıştır.
  • MİZAN – ÜL HAK (Hakikat ölçüsü): Kâtip Çelebi’nin son eseridir. Yazar bu eserinde 17’nci yüzyılda birtakım tartışmalara konu olan sosyal sorunlar üzerindeki fikirlerini açıklamıştır. Kâtip Çelebi günümüzden 300 yıl önce “lâik düşünceler” ileri sürmüş, kişinin vicdanında özgür bırakılmasını, mezhep ayrılıklarının “hoşgörürlükle karşılanması” fikrini savunmuştur.