🧚♂️ Andersen’in Hayatı
Hans Christian Andersen, Danimarka’nın Odense şehrinde 2 Nisan 1805’te doğdu. Andersen ailesi, şehrin en yoksul ailelerinden biriydi. Babası Hans, tanınmamış bir kunduracıydı ve evlenmeden önce bir göz odada yaşayıp yatağını kendi toplamak zorundaydı. Tembel olmasına rağmen önemli işler başarabileceğine inanıyordu. Evlendikten sonra birkaç parça eşya edinebildi ama ailesini yoksulluktan kurtaramadı. Bir gün gönüllü olarak Napoléon’la savaşanlar arasına katıldı ve ortadan kayboldu. Yıllar sonra hastalıkla geri döndü, ancak yataktan kalkamadan hayatını kaybetti. Annesi ise Andersen’in varlığını unutarak ilk karşısına çıkan erkekle evlendi.
Yüzüstü kalan Andersen, sadece okuyup yazabilecek kadar eğitim alabildi. Kalabalıktan kaçmıyor, ormanlarda tek başına dolaşıyor ya da deniz kıyısında dalgaları seyrediyordu. Babası gibi güçlü bir hayal gücüne sahipti. Ne yapıp edip bir iş edinme düşüncesi vardı.
Birçok deneme yaptı ama ölçüsüz hayal dünyası ve çevresindekilerin kaba davranışları nedeniyle işlerinden ayrılmak zorunda kaldı. Kendi başına çalışmayı tercih etti ve kukla tiyatroları için oyunlar ve hikâyeler yazmaya başladı.
🧭 Andersen
Bir gün Odense’ye gezici bir tiyatro topluluğu geldi. Oyunlardan ve oyunculardan çok etkilenen Andersen’in hayal gücü daha da gelişti. Tiyatrocular Kopenhag’a giderken, 14 yaşındaki Andersen de hayalleriyle dolu cepleriyle onları izledi.
Kopenhag’da tiyatrolarda oynamak ve operalarda şarkı söylemek için çabaladı. Ancak aktörlük yeteneği küçümsendi, sesi kargaya benzetildi. Ne tiyatroya ne de operaya kabul edildi. İşsiz, parasız ve kimsesiz kaldı. İyi yürekli olmasına rağmen kimse ona yakınlık göstermedi. Bu yalnızlık, ömrü boyunca ruhunu yaraladı ve evlenip sıcak bir yuva kuramadı.
Bir gün Giuseppe Siboni adında bir İtalyan tenorla tanıştı. Siboni’nin yardımıyla tiyatronun dans bölümüne girdi. Altı yıl süren okul hayatı acı doluydu ama yılmadan ders çalıştı ve dil bilgisini geliştirmek için özel kurslara katıldı.
Okulu bitirdiğinde tiyatro eserleri yazmaya başladı. Komediler, trajediler ve dramlar yayımladı ama bu türde yetenekli bir yazar değildi. Eleştirmenlerin sert yorumları onu yıprattı. Yoksulluktan kurtulamadı. Geçimini sağlamak için çocuk masalları yazmaya başladı. 1835’te yayımladığı “Masallar ve Hikâyeler” adlı ilk eser, Danimarka’da ve Avrupa’da büyük ilgi gördü.
Ünü hızla yayıldı, törenlerle karşılandı, şatolara ve şehirlere davet edildi. Danimarka’yı baştan başa gezdi, Fransa, İtalya ve İspanya’ya gitti. 1841’de İstanbul’a geldi, Boğaziçi ve Haliç’te gezintiler yaptı. Ünü tüm dünyaya yayıldı, 156 masal yazdı. Bu başarıya rağmen iyi bir tiyatro yazarı olma hayalinden vazgeçmedi.
Yıllar sonra doğduğu şehre zafer tacıyla döndüğünde Odense’liler onu büyük bir coşkuyla karşıladılar. Ölümünden birkaç yıl önce şehrin büyük alanına heykeli dikildi. Çelimsiz ve uzun vücuduyla heykelin etrafında dolaşırken yüzünde memnuniyet belirirdi. En hoşlanmadığı şey eserlerinin eleştirilmesiydi. Kendi hayatını anlatan üç biyografi kitabı yayımladı. Dünya tarihinde üç kez kendi hayatını yazan tek kişi oldu. Yoksul bir çocuk olarak büyüdü ama paraya düşkün olmadı. Masallarıyla dünya çocuklarına eğlenceli dakikalar yaşattı. 1875’te Kopenhag’da zengin bir arkadaşının evinde hayatını kaybetti.
İçindeki tükenmez güvenle başarıya ulaşan nadir insanlardan biri olan Andersen, eserlerinin baskılarını son yıllarında gözden geçirip yeni eklemelerle yayımladı (1872). “Andersen Masalları” adıyla anılan bu eserler 35 dile çevrildi, Türkçe’ye de “Doğan Kardeş Yayınları” tarafından kazandırıldı. En ünlü masalları: “Kibritçi Kız”, “İmparatorun Yeni Elbisesi”, “Küçük Çam Ağacı”, “Yabani Kuğu Kuşları”, “Çakmak Kutusu”, “Çirkin Bir Ördek Yavrusu”, “Cesur Kurşun Asker”.
