Georges Bizet

Georges Bizet, büyük sanatçıların yaşadığı zorlukları yaşamadan, 37 yaşında genç yaşta vefat etmiş Fransız bestecisidir. Müziğin dehası Bizet’nin, seyahat etmeden hayal gücüyle İtalyan, İspanyol, İskoç ve Rus kimliklerine bürünebilmesi ve eserlerine yansıtması. Popüler eserleri (“İnci Avcıları,” “Arlesienne,” ve “Carmen”) ve müzik dünyasındaki etkisi.

Georges Bizet’nin hayatta pek büyük güçlüklerle karşılaştığı söylenemez. Birçok büyük sanatçının uğradığı acı ve işkenceleri tatmamış, kader onun sanat hayatını büyük bir talih eseri sürekli olarak desteklemiştir. Ancak Tanrının sevdiği her yaratıcı insan gibi o da hayatının bedelini çabuk ödemek zorunda kalmıştı. Mozart 36 yaşında ölmüştü, Bizet “37…” Müzik âleminden genç yaşında ayrılıp giden bu sanatçının arkasında bıraktığı ışıklı melodiler şüphesiz daha uzun çağlar boyunca yankılanmaya devam edecektir. Gerçekten de Bizet, Fransız müzik sanatına büyük ün sağlıyan birkaç sanatçıdan biridir.

OTURDUĞU YERDE YARATAN ADAM

Bizet Paris’te doğdu. Fransa’nın kalbi sayılan bu şehrin bütün yerli ahalisi gibi o da “seyahate çıkmayı pek sevmezdi”. Kendisinden bestelemesi istenen ve tabiattan ilham alan müziği, o yerleri hiç gidip görmeden bütün renkleriyle yaratmak onun hüneriydi. Oturduğu yerde en değişik sesleri sezer, yaratırdı. «Don Procopio» adlı eserinde bir İtalyan kadar ateşli, «Guzla de L ’Emir»’de bir doğulu kadar kıvrak, «Arlesienne»’de bir taşralı kadar tok olabiliyor, «Vasco de Gama»’da bir Portekiz’li, «Carmen»’de bir İspanyol, «Perth’li Güzel Kız»’da bir İskoç, «İnci Avcıları»’nda bir Seylan’lı kimliğine bürünebiliyor, «Korkunç İvan» da da bir Rus kadar Slav’laşabiliyordu. Öyle ki Bizet’nin, sürekli yolculuk yapan, o yerlerde yıllarca bulunmuş bir kimse olduğu sanılırdı. Halbuki yerinden kımıldadığı yoktu.

Bizet, kendisine herşey kolay gelen, en tehlikeli engelleri bile büyük bir zarafet ve hafiflikle geçiştiriveren üstün sanatçı tipinin ta kendisiydi. Gerçekten Bizet neşeli, iyi bir arkadaş, sadık bir dosttu. Üzerine aldığı en küçük görevleri bile büyük bir vicdani sorumlulukla yerine getirirdi. Bütün hayatı boyunca çevresinde herkese dost ve açık kalbli olmasını bilmişti.

Bizet konservatuvara girdiği zaman “daha 9 yaşındaydı”. Kolaylıkla başarı kazanıyordu. Solfej, piyano, füg, org sınıflarını birincilikle bitirdi. «Roma Büyük Müzik Ödülü» nü kazandı. Mükemmel bir piyanistti. En karışık orkestra partisyonlarını bile ilk bakışta çözebilecek bir harmoni görüşüne sahipti. Roma’da bulunduğu sırada Medici’lerin villâsında kalıyordu. Kendini orada çok mutlu hissederdi. İtalya’ya âşık olmuştu. İtalyan müziğini zayıf, hattâ kaba buluyordu. Hiçbir zaman onun etkisi altında kalmadı.

Bir gün Roma’da kendisinin müzik eğitimini geliştirmek için Almanya’ya gönderileceği haberini aldı. Ama Bizet kıyameti kopardı. Almanya’ya gitmemek için ayak diretti ve bunu da başardı. Bizet gerçekte pek bilgili bir kimse sayılmazdı. Üstünkörü bir kültüre sahipti. Hayalinde canlandırdığı bir müzik ideali, müzikle dile getirmek istediği yüksek bir düşüncesi yoktu. Ama herşeyden önce bir işçi, üstün yaratılışta bir müzikçiydi. Tanrı vergisi olan kabiliyetini ustalıkla işleyebilirdi. Bizet herşeyden önce hoşa gitmek isteyen bir tabiata sahipti. Hiçbir zaman mistik bir sanat atmosferine girmeyi düşünmemişti. Ne dinî, ne de felsefi hiçbir inanç onun ruhunda derin yankılar uyandırmış sayılamaz. Buna rağmen büyük bir kolaylıkla besteledi. Ölmez eserler yarattı. Bizet’nin hayatını yazanlar onun bir «terbiyeli çocuk» tan öteye geçemiyen karakteri, hayattan zevk almayı herşeyden önce tutuşu, eserlerine karşı duyulan hayranlığı ve saygıyı büyük ölçüde zedelediğini belirtirler.

ŞIMARTILAN ÇOCUK

Kabiliyetinin şuuruna ermiş genç bir adamı şımartmak için elden ne geldiyse yapılmıştır. Roma’da Medici’lerin villâsında uzun süre kalıp Paris’e dönüşünde görülmedik bir ihtişamla karşılandı. Bu alkış, bu övgü onun Roma’da kazandığı müzik ödülünü bile gölgede bırakmıştı. Halbuki daha ciddi bir çalışmaya başlamış bile değildi. İlk olarak Opera-Comigue’den lirik bir eser bestelemesi için sipariş aldı. «La Guzla de l’Emir» adlı müzikli fantezisini yazdı. Bu oyun Favart Salonu’nda derhal sahneye konuldu. Bunun üzerine diğer bir tiyatronun müdürü olan Carvalho; Bizet’den kendi tiyatrosu için eser yazmasını istedi. Bizet en güzel eserlerinden birini meydana getirdi: “İnci Avcıları”. Bu duruma Bizet’nin kendisi de şaşmıştı. Bu kadar el üstünde tutulacağım hayal bile etmiyordu. Daha sonra Carvalho; Bizet’ye «İvan le Terrible» (Korkunç İvan)’ın librettosunu vererek yeni bir siparişte bulundu. Ancak Bizet bu yeni eserin müziğinden pek memnun kalmadı, operayı sahneden kaldırttı. Carvalho bu sefer yeni bir sipariş veriyordu: «Perth’li Güzel Kız». Genç besteci bu oyunu altı ayda tamamladı.

Evet, 22 yaşından itibaren durup dinlenmeden bir sürü sipariş alan, zamanın en ünlü yönetici, yayıncı ve libretto yazarlarının sürekli övgüleriyle karşılaşan bu genç adam nasıl şımarmazdı. Bizet ömrünün sonuna kadar siparişsiz kalmadı. Bu yorulmaz müzik işçisi “her gün masasının başına oturur, aralıksız altı saat durmadan çalışırdı”. Böylece durmadan akan beste siparişlerini de kolayca karşılıyabiliyordu. Bu arada eskiden öğretmeni olan besteci Halevy’ye sipariş edilen «Noe» operası Bizet’ye tamamlattırıldı. Opera – Comique kendisinden yeni bir eser bestelemesini rica etti. Bizet bir eser yerine üç eser birden yazdı: «Calendal», «Clarisse et Harlowe», «Griselidis». Bu arada iki beste yarışmasına da katıldı. Bunlardan sonra Bizet’nin «Saint Genevieve» adlı bir oratoryo bestelediği görülür. Bu arada Opera – Comique de “Carmen” operasını sipariş ediyordu.

CARMEN

Bizet daha 35 yaşındaydı, ölümden söz edecek çağda değildi. Bir dostuna «Çalışmak, yaratmak gerek», «Zaman geçip gidiyor. İçimizde birşeyler varsa bunu vermeden göçüp gitmek yersiz.» diye yazıyordu. Eserlerinin daha bestelenir bestelenmez sahneye konulup oynanması, durmadan sipariş alması Bizet’ye geleceğini garantilemiş olması için yetmiyordu. Daha garantili, daha uzun süreli bir başarı istiyordu. Ama böyle bir maddi başarıyı hiçbir zaman bulamayacaktı. Çok eser vermeye çalışmakla birlikte bu eserlerin hepsinin tutulduğu söylenemez. Hattâ bazı başarısızlıkları yüzünden tiyatro sahiplerini iflâsa bile sürüklediği söylenir.

En güzel eserlerinden biri olan «İnci Avcıları» operası ancak 18 temsil verebilmişti. «Perth’li Güzel Kız» bu kadar bile oynanmadı. «Cemile» 11 defa perdesini açabildi. «Arlesienne» tam bir başarısızlık oldu. Hele “Carmen” bestecinin ölümüyle maziye gömüldü. Gerçekten de çok kimse «Carmen» de insanı şaşırtıcı bazı acayipliklerden başka hiçbir şey göremiyordu. En ileri eleştiriciler bu müzikte kullanılan eski tip tekniği yerden yere vuruyorlar, müzikle hiç ilgisi olmıyanlar ise eserin şurasında burasında duyulan ilgi çekici buluşları heyecanla karşılıyordu. Opera – Comique’in müdürü Camille du Locle bu şaşırtıcı durum için «Bu, Koşinşin müziği midir, nedir, hiçbir şey anlaşılmıyor» diyordu. Müzik yayınevi sahipleriyse «Carmen» in müziğini «geleceğin müziği» olarak adlandırıyor. Müziğin «gri üzerine gri» işlenmiş atmosferini, melodi yokluğunu, karanlık içinde yüzen heyecanını ancak gelecek nesiller anlıyabilir, diyorlardı.

BİZET’NİN ZAFERİ

Bizet zafer ve zenginliğe belki biraz geç ulaştı, ama geç gelen zafer her türlü ihtişam ve kudretin üstündeydi. «Arlesienne» ve «Carmen» gibi eserler yeryüzünde bütün ulusların, her sınıf halkın hayran olduğu anıtsal eserlerdir. Yüzyıllardır yaratma yoksunluğu içinde kıvranan Fransız müziğinde Bizet birdenbire bir yıldız gibi parlayıverdi. Hattâ Wagner’den yana olan büyük Alman filozofu Nietzsche bile «Bayreuth’ Müzik Festivalleri» nin dev dehası (Wagner)’nın Avrupa sanat kültürü için yıkıcı olabileceğini söylüyor, “Carmen” operasını bu kültürün savunucusu, «Akdeniz’in sesi» olarak gösteriyordu. Şüphesiz Bizet, kıvrak melodileriyle ağırbaşlı ve felsefi Germen müziğinin karşısına yepyeni bir hayat ve canlılıkla çıkıyordu.