Charles Gounod

Charles Gounod’nun hayatı, mutlu bir adamın hikâyesidir. Müzik Tarihi, ruhî işkenceler içinde kıvranan, huzursuz, şaheserleri bin bir yoksunluk ve acılar pahasına meydana getirmiş sanatçıların hikâyesiyle doludur. Hâlbuki Gounod, bu üstün yaradılışlı müzikçi, yaratıcılığın gözyaşlarıyla dolu vadisinden her zaman gülümseyerek yürümüş müstesna kişilerden biridir.

✨ İlham Kaynakları ve İnancı

Charles Gounod’nun özel ve meslek hayatına bir göz atılacak olursa onun klasik müziğin üç büyük ustasına; Bach, Mendelssohn ve Liszt’e büyük bir hayranlıkla bağlandığı görülür:

  • Bach, Gounod için örnek yol gösterici ve müzik şuurunun yöneticisi oldu. Kulak ve zevkini terbiye eden, Bach’ın eserleriydi.
  • Mendelssohn ise onun melodik duygululuğu üzerine pek kuvvetli etkide bulunmuş, müzik hafızasında derin izler bırakmıştı.
  • Liszt ise gerek hayatı gerek sanatı ile Gounod’nun müziğine dinî bir anlayış aşılamaktan geri kalmamıştı.

Faust operasının ünlü bestecisi, dünyanın bütün tiyatro ve salonlarında çılgıncasına alkışlanmasına rağmen hiçbir zaman dünyevî bir gurura kapılmadı.

Gounod, gerçek anlamıyla bir ruhani olmamakla birlikte ilahiyat öğrenimi yapmış olması yönünden dinsel inançlara sıkı sıkıya bağlıydı. Şan ve şerefle dolu hayatının son günlerinde sık sık Saint-Cloud kilisesine gider, orada yapılan mütevazı bir ayine katılmaktan zevk ve huzur duyardı.

Dinî inançlara bağlılığı, Gounod’nun iyimser hayat görüşünde en büyük rolü oynayan unsurdur. 75 yaşına kadar mutlu bir ömür sürmesinin sebebi, belki de içinde duyduğu bu huzur verici atmosferdi. Bu iyi yürekli, tanrısal hikmetin aşığı dürüst insan, her zaman “Öbür Dünya”daki yerinin mutlu ve güçlü olacağını ümit etmişti. Bütün yaratıcı kudretinin kaynağı, her büyük sanatçıda olduğu gibi belki de buydu.

🌟 Doğuşsal Yetenek ve Eğitimi

Gounod, Mendelssohn gibi bir bankerin oğlu değildi. Onun serveti, dünyanın her yanındaki tiyatrolarda sağladığı başarılarıydı. Ailesi, zenginliğin zerresini tanımamış, gösterişsiz bir sınıfın insanlarıydı. Ressam-desinatör olan babası öldükten sonra annesi onu müzikten vazgeçirmeye çalışmışsa da genç Gounod, kaderinin bu yolda olduğunu düşünerek bu sanata dört elle sarılmıştı.

Rossini’nin Otello‘sunu, Mozart’ın Don Juan‘ını dinledikten sonra Gounod, besteci olmaya karar verdi ve sözünü de tuttu. 17 yaşına kadar kuvvetli öğretmenlerden klasik müzik dersleri aldı. Reicha, Cherubini, Halévy ve Lesueur gibi ünlü ustalarla çalıştı.

Roma müzik armağanını kazandıktan sonra Medicis Sarayı’nda birkaç yıl kaldı. Burada ünlü ressam Ingres’in dostluğunu kazandı, Mendelssohn’un kız kardeşi Fanny Hensel ile tanıştı. Birinci sınıf bir sanatçı olan Fanny Hensel, Gounod’ya büyük hayranlık beslediği Alman klasiklerini tanıttı. Gounod, sonraları Madam Hensel’in kardeşiyle Leipzig’de karşılaşmak fırsatını buldu; iki besteci birbirlerine karşı büyük yakınlık duydular. Gerçekten de Gounod, tanıştığı bütün sanatçılara kendini sevdiren sıcak ruhlu bir insandı. Hırçın Berlioz bile onun dostluğunu hiçbir zaman unutamamıştı.

🎭 Parlak Bir Kariyer ve Sahne Başarıları

Gounod, Paris’e dönünce kiliselerden birine orgcu oldu. O çağdaki dinî tören müziğinin yeteri kadar güçlü olmadığını gören genç sanatçı kendini “Palestrina Stili” müziğin ihyasına adadı. Sırtına rahip cübbesini giydi ve Saint Sulpice’deki ilahiyat seminerine devam etmeye başladı. Beş yıl boyunca Lacordaire’in ilahiyat derslerinin etkisi altında kendini iyiden iyiye teolojiye veren Gounod, dinî bir mertebe elde etmeyi gerçekten arzuluyordu.

Ama içindeki sanat özlemi onu gizliden gizliye sahneye çekiyordu. Çağının büyük kadın sanatçılarından Pauline Viardot, kendisinden Émile Augier’nin yazdığı metin üzerine bir “Sappho” (bir çeşit müzikli şiir) bestelemesini istedi. Bunun üzerine Gounod, rahiplik mesleğini bıraktı, kesin olarak sahneye döndü. Henüz otuz yaşındaydı.

  • Sappho: Opera binasında oynanan Sapho, tam bir başarı sağlayamadı. Ama son iki perdedeki müziğin yüksek niteliği Gounod’yu sanat çevrelerine tanıtmaya yetti.
  • Ulysse: Kendisinden Ponsard’ın Ulysse adlı sahne eseri için müzik yazması istendi. Comédie-Française’de oynanan bu eserin metninin zayıf oluşu yüzünden bir başarısızlık oldu. Ama Gounod’nun yazdığı müzik yine de geniş yankılar uyandıracak kadar güçlüydü.
  • La Nonne Sanglante: Scribe’in La Nonne Sanglante adlı operası da tutunmadı. On bir temsilden sonra afişten kalkan bu oyunda Gounod’nun müziği hayranlık uyandırmaktan geri kalmamıştı.
  • Le Médecin Malgré Lui (Zoraki Hekim): Gounod ilk büyük başarısını Molière’in ünlü komedisi Zoraki Hekim‘in müziğiyle sağladı. Böylece metin yazarlarının başarısızlığı yüzünden uğradığı talihsizlikleri yenmiş bulunuyordu. Üstelik elinde Molière gibi bir ustanın eseri vardı.

“Faust” Operası

Jules Barbier ve Michel Carré isimli iki metin yazarı, Goethe’nin ünlü **”Faust”**undan sahneye uygun hoş bir libretto hazırlamayı başardılar. Eserin felsefî bölümlerini çıkararak Fransız seyircisinin hoşuna gidecek, daha çok kalbe hitap eden duygulu bir metin meydana getirdiler.

Eskiden beri Alman klasiklerinden birini müziklendirmek arzusunda olan Gounod, bu esere büyük bir hevesle çalıştı. Faust operası, ünlü şef Carvalho yönetiminde 19 Mart 1859 günü Théâtre Lyrique’de sahneye konuldu.

Ama Gounod da öteki büyük bestecilerin uğradığı talihsizliğe uğramaktan geri kalmadı. Faust‘un ilk temsilleri büyük bir anlayışsızlıkla karşılandı. Eleştirmenler esere acı kritikler yöneltmekte gecikmediler. Özellikle bahçe sahnesi müziğinin “anlaşılmaz bir şey” olduğunda ağız birliği etmiş gibiydiler. Ama daha sonraki temsillerde başarının gittikçe arttığı görüldü. Daha ilk mevsimde elli yedi defa oynanan Faust, yavaş yavaş dünyanın bütün sanat çevrelerinde tanınmaya başladı.

Başarıdan Başarıya

Gounod’nun ulaştığı başarı onu hiçbir zaman tembelliğe sevk etmedi. Faust‘tan hemen bir yıl sonra yine aynı sahnede başka bir şaheser sunuyordu: “Philémon et Baucis”. Bu küçük eser çılgınca alkışlandı.

Bu başarı kendisine İmparator ile tanışmak fırsatını sağladı. Compiègne Sarayı’nda misafir olarak birkaç gün geçirdi. Bu arada İmparatoriçe kendisinden bir bale müziği bestelemesini rica etti. Gounod bu siparişi gerçekleştirecek yerde bambaşka bir eser yazmaya koyuldu: “Saba Melikesi”. Ama eser, Gounod’nun beklediği gibi karşılanmadı. Bunu o yıllarda yapılan eleştirmelerden anlıyoruz. Scudo isimli biri şöyle yazıyordu:

“Gounod, modern Almanya’nın Liszt, Wagner, Schumann, Mendelssohn gibi kötü bestecilerinin ilham aldığı konulara hayranlık beslemek talihsizliğine kapılmıştır.”

Böyle bir suçlandırma Gounod’yu yermekten çok ona ancak şeref verici olabilirdi. “Suç ortakları” olarak sayılan isimler Gounod’nun geleceği için gerçek bir teminattı.

Bu sıralarda Gounod’nun Mistral’in kişiliğinde gerçek bir çalışma arkadaşı ve samimi bir dost bulduğu görülür. Her ikisi de tabiat aşkıyla yanıp tutuşan hassas kişilerdi. Çok verimli olan bu dostluktan sonra Gounod yeni eserinin atmosferine girebilmek amacıyla Baux-de-Provence yakınlarındaki Saint-Rémy kasabasında yerleşti. Burada kalabalıktan uzak olarak çalışabiliyor, sessizliğin tadını çıkarıyordu:

“Burada yeniden güç kazanıyorum. Etrafımda gürültü, ufacık bir çıtırtı bile yok. Paris’te sessizlik deyince herkesin tüyleri ürperiyor. Kendilerini diri diri gömülmüş sanıyorlar. Hâlbuki burası cennet, bu sessizlik…” diye yazıyordu.

Durup dinlenmeden çalışan Gounod Faust‘tan tam beş yıl sonra yeni bir şaheserle sanatseverlerin karşısına çıktı: “Mireille”. Mireille yine aynı tiyatroda sahneye konuldu. Gounod’nun zaman zaman bazı düzeltmeler yaptığı bu eser, sonraları daha fazla tutunmuştur.

Paris’te Dünya Sergisi’nin açıldığı 1867 yılında Gounod, büyük heyecan yaratan bir şaheseriyle ortaya çıktı: “Roméo et Juliette”. Carvalho’nun sahneye koyduğu bu eser, o yıl aynı zamanda sergiyi görmeye gelen binlerce insan tarafından zevkle seyredildi. Gerek librettosu gerek müziğiyle kalbe hitap eden bu eser, kısa bir süre sonra Fransa’nın sınırlarını aşarak bütün dünyada tanındı.

Roméo et Juliette, Gounod’nun opera sanatının zirvesi oldu. Bundan sonra verdiği eserler bir yükseliş izlenimini taşımazlar: “Polyeucte”, “La Colombe”, “George Dandin”, “Cinq-Mars” ve “Le Tribut”. Bu eserler bazı güzel müzik bölümlerine rağmen pek değerli sayılmamaktadırlar. Tamamlayamadığı bir eser olan “Maître Pierre”, yazılmış bölümlerine bakılacak olursa gerçekten duygulu bir yapıya sahiptir.

Bestecinin hayatında üç yıllık bir devreyi gölgeleyen bir ihtiras fırtınası ahlâkî yaşayışındaki dengeyi bozdu ve sonunda Gounod’yu besteciliğinin dönüm noktası olan dinî ifade tarzına yöneltti. Büyüleyici güzelliğine kapıldığı bir İngiliz kadınının ardından Londra’ya gitti. Orada yaşadığı üç yıl, Gounod’nun şöhretini sömürmek isteyenler için çok yararlı olduysa da besteci için ruhî bir çöküntüyle sonuçlandı. Kendisini toparlayıp Paris’e döndüğü zaman besteci, korkunç bir tiksinme duygusu içinde eziliyor gibiydi. İşte bu durumdan da kendisini kurtaran, tanrısal hikmete inancı ve temiz ruhluluğu oldu. Edindiği bu acı duygusal tecrübeyi 1893 yılında bestelediği “Drames Sacrés” adlı eseriyle değerlendirdi ve aynı yıl öldü.

🎼 Sanatı ve Çalışkanlığı

Charles Gounod, yalnız insancıl duyguları, insan sevgisini müziklendirmekle kalmadı. O aynı zamanda “Saint Cécile”, “Jeanne d’Arc” adlı dinî tören müziği ile “Rédemption”, “Mors et Vita”, “Tobie”, “Les Sept Paroles du Christ”, “Jésus au lac de Tibériade” isimli oratoryolar da besteledi.

Gounod’nun Tanrı aşkını dile getirdiği daha pek çok sözlü saz eseri vardır. “Requiem”, “Pater”, “Te Deum”, “Cantate Gallia” ve “Stabat” bunların en ünlülerindendir.

Bütün dünyaca tanınan **”Ave Maria”**sına gelince, bu eser onun daha çocukluktan beri hayranlık duyduğu dâhi besteci Bach için meydana getirdiği bir saygı ve övgü şaheseridir. Eser gerçekte keman ve org için bir arya olarak bestelenmişti. Dinî sözler sonradan bu müziğe uydurulduğu için bazı eleştirmenler metindeki hece ölçüsünün pek elverişli olmadığını ileri sürerler. Ama Ave Maria gerek melodisinin güzelliği, kontrpuanların ustaca kullanılması, prelüd bölümündeki arpejlerin kıvraklığı, gerek dinî eşlik müziği olarak gerçek bir şaheserdir. Fransız Müzik Tarihi’nde dinî duyguları müzikle dile getirmeyi Gounod kadar başaran pek az besteciye rastlanır.

Bir desinatör ressamın oğlu olan Gounod, müziğini daima bir desen anlayışıyla işlemiş, mutlu çizgiler, arabesk stilde yumuşak ve kıvrak melodiler meydana getirmiştir. “Répertoire de Mélodies pour chant et piano” adlı albümünde zengin buluşlara rastlanır. “Venise” adlı parçadaki armoniler Fauré ve Debussy gibi ünlü bestecilerin müziğine öncülük etmiş sayılırlar. Ayrı olarak piyano diline getirdiği ihtiras unsuru çağına göre önemli bir yenilikti.

Gounod’nun çalışma masası özel bir biçimdeydi. Çekmece, bir piyano klavyesi olarak yapılmıştı. Sol eliyle tuşlar üzerinde yeni yeni melodiler peşinde koşarken sağ eliyle de sesleri nota kâğıtları üzerine geçirmeye çalışırdı. Böylece muhayyilesine dolan sesleri bir yandan piyanoda kontrol ederken öbür yandan da kâğıda geçirebiliyordu.

Bu masanın üzerine Lâtince olarak şu sözleri kazdırmıştı:

“Ben burada çalıştım. İstek duymuş olayım veya olmayayım, o gücü kendimde bulduğum sürece çalıştım.”

İşte yorulmak bilmeyen bir sanat işçisinin hayat hikâyesi.